Going a little farther, he fell with his face to the ground and prayed. (Matthew 26:39)
… looking up to heaven, he gave thanks. (Matthew 14:19)
After he had dismissed them, he went up on a mountainside by himself to pray. (Matthew 14:23)
Very early in the morning, while it was still dark, Jesus got up, left the house, and went off to a solitary place, where he prayed. (Mark 1:35)
After leaving them, he went up on a mountainside to pray. (Mark 6:46)
Jesus said to his disciples: "Sit here while I pray." (Mark 14:32)
One of those days Jesus went out to a mountainside to pray, and spent the night praying to God. (Luke, 6:12)
One day Jesus was praying in a certain place. (Luke 11:1)
But I have prayed for you… that your faith may not fail. (Luke 22:32)
ÇAĞIMIZIN BİLİM ADAMLARININ ALLAH VE YARATILIŞ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ
Prof. Ulrich J. Becker (Doğum Tarihi: 1938)
(MIT’de fizik profesörlüğü, ilgi alanı yüksek enerjili parçacık fiziğidir.)
“Bir Yaratıcı olmadan benim var olmam nasıl mümkün olabilir ki? Bu soruya verilen ikna edici bir yanıttan haberdar değilim.”
Prof. John Erik Fornaes (Doğum Tarihi: 1914)
(Princeton Üni.’de matematik profesörlüğü)
“Ben Allah’ın varolduğuna ve Allah’ın evrene bütün seviyelerini, temel parçacıklardan canlı varlıklara, galaksi kümelerine kadar kapsayacak bir yapı kazandırdığına inanıyorum.”
Prof. Robert Jostrow (Doğum Tarihi: 1925)
(Darmouth Üni. Yeryüzü bilimleri profesörü. Nükleer ve atmosferik fizik çalışmaları. Goddard Uzay Çalışmaları Ens. Başkanlığı.)
“Hiç kimse hayatın, basit bir bakterinin bile, bir molekül karışımından evrimleşebileceğini açıkça ortaya koyamamıştır…”
Prof. Henry Margenau (Doğum Tarihi: 1929)
(Yale Üni. Fizik ve doğa felsefesi profesörü. Birçok bilimsel derginin editörü.)
“Şuna hiç şüphe yok ki, doğa kanunları tesadüfler ya da kazalar sonucu ortaya çıkmış olamaz. O halde doğanın sayısız yasalarının ortaya çıkışına dair sorulacak cevap ne olmalıdır? Doğa kanunlarının evrensel geçerliliğine uygun olan tek bir cevap biliyorum: Doğa kanunları Allah tarafından yaratılmıştır. Allah herşeyi bilen, herşeye gücü yetendir.”
Prof. Robert A. Naumann (Doğum Tarihi: 1929)
(Princeton Üni. Fizik ve kimya profesörlüğü. Alexander von Humboldt Stiftung Senior ABD bilim adamı ödülü.)
“…Şu anda kozmoloji, temel parçacık fiziği ve mikrobiyolojinin ortaya çıkan çok açık bir metafiziksel içerik barındırdığını kabul ediyorum. …evrenin mevcudiyeti, Allah’ın varolduğu sonucuna ulaşmamı gerektiriyor.”
Dr. Arno Penzias (Doğum Tarihi: 1929)
(AT&T Bell Laboratuvarları Araştırma Merkezi Başkanlığı. 1978 Nobel Fizik Ödülü.)
“Astronomi bizi benzersiz bir olaya ulaştırır; hiçlikten yaratılmış olan hayatın oluşabilmesi için sağlanması gereken koşullara uygun, hassas bir dengeye ve kendisine temel oluşturan bir plana sahip olan bir evren.”
(MIT’de fizik profesörlüğü, ilgi alanı yüksek enerjili parçacık fiziğidir.)
“Bir Yaratıcı olmadan benim var olmam nasıl mümkün olabilir ki? Bu soruya verilen ikna edici bir yanıttan haberdar değilim.”
Prof. John Erik Fornaes (Doğum Tarihi: 1914)
(Princeton Üni.’de matematik profesörlüğü)
“Ben Allah’ın varolduğuna ve Allah’ın evrene bütün seviyelerini, temel parçacıklardan canlı varlıklara, galaksi kümelerine kadar kapsayacak bir yapı kazandırdığına inanıyorum.”
Prof. Robert Jostrow (Doğum Tarihi: 1925)
(Darmouth Üni. Yeryüzü bilimleri profesörü. Nükleer ve atmosferik fizik çalışmaları. Goddard Uzay Çalışmaları Ens. Başkanlığı.)
“Hiç kimse hayatın, basit bir bakterinin bile, bir molekül karışımından evrimleşebileceğini açıkça ortaya koyamamıştır…”
Prof. Henry Margenau (Doğum Tarihi: 1929)
(Yale Üni. Fizik ve doğa felsefesi profesörü. Birçok bilimsel derginin editörü.)
“Şuna hiç şüphe yok ki, doğa kanunları tesadüfler ya da kazalar sonucu ortaya çıkmış olamaz. O halde doğanın sayısız yasalarının ortaya çıkışına dair sorulacak cevap ne olmalıdır? Doğa kanunlarının evrensel geçerliliğine uygun olan tek bir cevap biliyorum: Doğa kanunları Allah tarafından yaratılmıştır. Allah herşeyi bilen, herşeye gücü yetendir.”
Prof. Robert A. Naumann (Doğum Tarihi: 1929)
(Princeton Üni. Fizik ve kimya profesörlüğü. Alexander von Humboldt Stiftung Senior ABD bilim adamı ödülü.)
“…Şu anda kozmoloji, temel parçacık fiziği ve mikrobiyolojinin ortaya çıkan çok açık bir metafiziksel içerik barındırdığını kabul ediyorum. …evrenin mevcudiyeti, Allah’ın varolduğu sonucuna ulaşmamı gerektiriyor.”
Dr. Arno Penzias (Doğum Tarihi: 1929)
(AT&T Bell Laboratuvarları Araştırma Merkezi Başkanlığı. 1978 Nobel Fizik Ödülü.)
“Astronomi bizi benzersiz bir olaya ulaştırır; hiçlikten yaratılmış olan hayatın oluşabilmesi için sağlanması gereken koşullara uygun, hassas bir dengeye ve kendisine temel oluşturan bir plana sahip olan bir evren.”
MUHARREF TEVRAT'IN İÇİNDE GİZLENEN HAK KİTAP
Muharref Tevrat'ın İçindeki Güzel ve Hikmetli Açıklamaları, İmanın Nuru ile Görmek
Tevrat, Allah'ın Hz. Musa'ya vahyettiği mübarek bir kitaptır. Allah, bir Kuran ayetinde Tevrat'ın "nur" olarak indirildiğini bildirmektedir:
Gerçek şu ki, Biz Tevrat'ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah'ın kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi)... (Maide Suresi, 44)
En'am Suresi'nde ise Hz. Musa'ya indirilen kitabın, "hidayet ve rahmet" olduğu şöyle bildirilmektedir:
Sonra Biz Musa'ya iyilik yapanların üzerinde (nimetimizi) tamamlamak herşeyi ayrı ayrı açıklamak ve bir hidayet ve rahmet olarak Kitabı verdik. Umulur ki, Rablerine kavuşacaklarına inanırlar. (En'am Suresi, 154)
Ayrıca Kuran'da Musa'ya vahyedilen kitabın, insanlara "yol gösterici" kılındığı (Secde Suresi, 23); "bir rehber ve bir rahmet" olduğu (Ahkaf Suresi, 12); onları "karanlıklardan nura çıkarması" için indirildiği (İbrahim Suresi, 5); "Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet" olduğu (A'raf Suresi, 154) ve bu kitapta "herşeyden bir öğüt ve herşeyin yeterli bir açıklaması" olduğu (A'raf Suresi, 145) bildirilmektedir.
Günümüzdeki Tevrat, Kuran ayetleri ve Peygamber Efendimiz (sav)'in hadisleri ile birlikte incelendiğinde, içinde hak dine ait pek çok konunun korunduğu, birçok güzel ve hikmetli açıklamalar içerdiği görülür. Allah'ın birliği, Allah korkusu, Allah sevgisi, Allah'a itaat ve teslimiyet, şükür ve dua, iman çoşkusu ve sevinci, yeniden diriliş, kıyamet günü gibi inanç esaslarının, muharref Tevrat'ın içinde, dağınık da olsa yer aldığı görülmektedir. Ayrıca günümüzdeki Tevrat'ta adalet, şefkat, merhamet, alçakgönüllülük gibi ahlaki değerlerle birlikte, hırsızlık yapmamak, zinadan sakınmak, hile yapmamak, faizle para kullanmamak, domuz eti yememek gibi hak dine ait pek çok hükümle de karşılaşılmaktadır.
Ancak Tevrat, yine Kuran'da bildirildiği üzere, sonradan tahrif edilmiş ve içine insan sözleri katılarak, hak kitap olma özelliğini kaybetmiştir. Bu nedenle bugün elimizdeki Tevrat, "muharref (tahrif edilmiş) Tevrat"tır. Tevrat'ın değişikliğe, bozulmaya uğradığı, Kuran'da şu ayetlerle bildirilmektedir:
Kimi Yahudiler, kelimeleri 'konuldukları yerlerden' saptırırlar ve dillerini eğip bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek: "Dinledik ve karşı geldik. İşit, -işitmez olası- ve 'Raina' bizi güt, bize bak" derler. Eğer onlar: "İşittik ve itaat ettik, sen de işit ve 'Bizi gözet' deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, onları küfürleri dolayısıyla lanetlemiştir. Böylece onlar, az bir bölümü dışında, inanmazlar. (Nisa Suresi, 46)
Siz (Müslümanlar,) onların size inanacaklarını umuyor musunuz? Oysa onlardan bir bölümü, Allah'ın sözünü işitiyor, (iyice algılayıp) akıl erdirdikten sonra, bile bile değiştiriyorlardı. (Bakara Suresi, 75)
Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever. (Maide Suresi, 13)
Tevrat, Allah'ın Hz. Musa'ya vahyettiği mübarek bir kitaptır. Allah, bir Kuran ayetinde Tevrat'ın "nur" olarak indirildiğini bildirmektedir:
Gerçek şu ki, Biz Tevrat'ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah'ın kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi)... (Maide Suresi, 44)
En'am Suresi'nde ise Hz. Musa'ya indirilen kitabın, "hidayet ve rahmet" olduğu şöyle bildirilmektedir:
Sonra Biz Musa'ya iyilik yapanların üzerinde (nimetimizi) tamamlamak herşeyi ayrı ayrı açıklamak ve bir hidayet ve rahmet olarak Kitabı verdik. Umulur ki, Rablerine kavuşacaklarına inanırlar. (En'am Suresi, 154)
Ayrıca Kuran'da Musa'ya vahyedilen kitabın, insanlara "yol gösterici" kılındığı (Secde Suresi, 23); "bir rehber ve bir rahmet" olduğu (Ahkaf Suresi, 12); onları "karanlıklardan nura çıkarması" için indirildiği (İbrahim Suresi, 5); "Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet" olduğu (A'raf Suresi, 154) ve bu kitapta "herşeyden bir öğüt ve herşeyin yeterli bir açıklaması" olduğu (A'raf Suresi, 145) bildirilmektedir.
Günümüzdeki Tevrat, Kuran ayetleri ve Peygamber Efendimiz (sav)'in hadisleri ile birlikte incelendiğinde, içinde hak dine ait pek çok konunun korunduğu, birçok güzel ve hikmetli açıklamalar içerdiği görülür. Allah'ın birliği, Allah korkusu, Allah sevgisi, Allah'a itaat ve teslimiyet, şükür ve dua, iman çoşkusu ve sevinci, yeniden diriliş, kıyamet günü gibi inanç esaslarının, muharref Tevrat'ın içinde, dağınık da olsa yer aldığı görülmektedir. Ayrıca günümüzdeki Tevrat'ta adalet, şefkat, merhamet, alçakgönüllülük gibi ahlaki değerlerle birlikte, hırsızlık yapmamak, zinadan sakınmak, hile yapmamak, faizle para kullanmamak, domuz eti yememek gibi hak dine ait pek çok hükümle de karşılaşılmaktadır.
Ancak Tevrat, yine Kuran'da bildirildiği üzere, sonradan tahrif edilmiş ve içine insan sözleri katılarak, hak kitap olma özelliğini kaybetmiştir. Bu nedenle bugün elimizdeki Tevrat, "muharref (tahrif edilmiş) Tevrat"tır. Tevrat'ın değişikliğe, bozulmaya uğradığı, Kuran'da şu ayetlerle bildirilmektedir:
Kimi Yahudiler, kelimeleri 'konuldukları yerlerden' saptırırlar ve dillerini eğip bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek: "Dinledik ve karşı geldik. İşit, -işitmez olası- ve 'Raina' bizi güt, bize bak" derler. Eğer onlar: "İşittik ve itaat ettik, sen de işit ve 'Bizi gözet' deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, onları küfürleri dolayısıyla lanetlemiştir. Böylece onlar, az bir bölümü dışında, inanmazlar. (Nisa Suresi, 46)
Siz (Müslümanlar,) onların size inanacaklarını umuyor musunuz? Oysa onlardan bir bölümü, Allah'ın sözünü işitiyor, (iyice algılayıp) akıl erdirdikten sonra, bile bile değiştiriyorlardı. (Bakara Suresi, 75)
Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever. (Maide Suresi, 13)
Üç Semavi Dinde Ortak Olan Ahlaki Değerler Şükretmek
Şükretmek, Allah’ın verdiği nimetlere karşılık, yürekten O’na olan şükran ve sevgi duygularını dile getirmektir. Her türlü nimetin Allah’tan geldiğini ifade etmektir. İnsan samimi bir şekilde tefekkür ederse, Allah’ın nimetlerine ancak Allah’ın dilemesiyle sahip olduğunun farkına hemen varır. İnananlar, hangi durumda olurlarsa olsunlar Allah’a şükrederler. İman etmeyenler ise şükretmeyi akıllarına bile getirmezler. Şüphesiz bu büyük bir nankörlüktür.
Şükretmek, Kuran’ın çeşitli ayetlerinde bildirilen ve müminlerin gereken hassasiyeti göstererek içten yerine getirmeleri gereken bir ibadettir. Bu konudaki bir ayet şöyledir:
“Hayır, artık (yalnızca) Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.” (Zümer Suresi, 66)
İncil’de de “her durumda şükredin” yazılıdır. (Selaniklilere I. Mektup, Bap 5, 18) Hz. İsa’nın hayatının anlatıldığı bölümlerde de çeşitli vesilelerle onun Allah’a şükrettiği ifade edilir. Elbette bu güzel davranış inananlar için bir örnek teşkil etmektedir.
Tevrat’ta da inananlara şükretmeleri bildirilmektedir. Bununla ilgili bazı açıklamalar şu şekildedir:
“…. Tanrı’ya övgü ve şükür ezgileri söylenirdi.” (Nehemya, Bap 12, 46)
“Kapılarına şükranla, avlularına hamd ile girin; O’na şükredin, ismini takdis edin.” (Mezmurlar, Bap 100, 4)
Şükretmek, Kuran’ın çeşitli ayetlerinde bildirilen ve müminlerin gereken hassasiyeti göstererek içten yerine getirmeleri gereken bir ibadettir. Bu konudaki bir ayet şöyledir:
“Hayır, artık (yalnızca) Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.” (Zümer Suresi, 66)
İncil’de de “her durumda şükredin” yazılıdır. (Selaniklilere I. Mektup, Bap 5, 18) Hz. İsa’nın hayatının anlatıldığı bölümlerde de çeşitli vesilelerle onun Allah’a şükrettiği ifade edilir. Elbette bu güzel davranış inananlar için bir örnek teşkil etmektedir.
Tevrat’ta da inananlara şükretmeleri bildirilmektedir. Bununla ilgili bazı açıklamalar şu şekildedir:
“…. Tanrı’ya övgü ve şükür ezgileri söylenirdi.” (Nehemya, Bap 12, 46)
“Kapılarına şükranla, avlularına hamd ile girin; O’na şükredin, ismini takdis edin.” (Mezmurlar, Bap 100, 4)
İmam Rabbani'den Günümüze Hikmetler
Mümin Allah Rızası için Yapılacak İşleri Ertelemez
"Kim salih bir amelde bulunursa, kendi lehinedir, kim kötülük yaparsa,artık o da kendi aleyhinedir. Sonra siz Rabbinize döndürüleceksiniz." (Casiye Suresi, 15)
Bu mektub, yine, Molla Muhammed Sıddîk’a yazılmışdır: “İşleri sonraya bırakmanın ve maksada kavuşmak için çalışmayı geciktirmenin zararlı olduğu bildirilmekdedir.” (İmam Rabbani, Mektubat 136. Mektub)
Molla Muhammed Sıddîk’a yazılan bu mektupta değerli İslam alimi İmam Rabbani, salih amellerin ertelenmeden bir an önce yapılması gerektiğini, aksi takdirde kişiye kayıp ve zarar geleceğini aktarmıştır.
İnsanın nefsinde yapmak istediklerini, içinden geçenleri daha sonraki bir zamana bırakma eğilimi vardır. Genellikle bu yapıya sahip bir insan, yapacağı bir işi; tembellik, üşenme, aciliyetini anlamama gibi pek çok sebepten ötürü ileri bir tarihe ya da son ana kadar ertelemeye çalışır.
“Birazdan yaparım” düşüncesi belki de pek çok insanın içinden geçirdiği düşüncelerden biridir. Günlük hayatta yapılan ertelemeler, insanların zararını göze alabilecekleri türden ertelemeler olabilir. Ancak şeytanın telkini ile pek çok insanın ertelemeye çalıştığı “Allah'ın emri olan Kuran ahlakını yaşamak”, telafisi ve geri dönülüp düzeltilmesi mümkün olmayan bir ertelemedir.
Kaderinde belirlenen süre kadar yaşayacak bir insanın, bu süreyi uzatması veya yavaşlatması da olanaksızdır. Şeytanın bir taktiği olan erteleme mantığı, onun insanlara oynadığı en sinsi oyunlardan biridir. Şeytan hep ertelemeyi, hayırlı ve güzel işleri sonraya bıraktırmayı ister. Halbuki bu “Ertelemek ancak inkarda artıştır...” (Tevbe Suresi, 37) ayetiyle bildirildiği üzere büyük bir gaflettir ve bu önemli sorumluluğu görmezden gelmek veya geciktirmek, kişiyi sorumluluktan muaf tutmaz.
İnsanların birçoğu "bunu yarın yaparım" derken, yarın yaşayacağından ve her şeyin kendi planladığı gibi gideceğinden emin olarak hareket eder. Ancak burada içine düşülen büyük yanılgı, "yarın" kendisi için nelerin yazılı olduğunu bilmediği halde, kişinin bu planı kesin bir eminlik içinde yapabilmesidir. Yüce Allah, Kuran'da buna karşı insanları şöyle uyarır:
“Hiçbir şey hakkında: "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme. Ancak: "Allah dilerse" (inşaAllah yapacağım de)...” (Kehf Suresi, 23-24)
İnsanın hiçbir zaman aklından çıkarmaması ve hayatının her anını buna göre değerlendirmesi gereken bir gerçek vardır: İnsan kendi ellerinin önden takdim ettiği ile karşılık görür. Dünyasını ve ahiretini kazanmak için çaba göstermekle sorumludur. Gayret edip irade göstererek Allah'ın izniyle cenneti kazanabilecekken, anlık tembellikler ve ertelemeler yüzünden dünyasını da sonsuz ahiret hayatını da kaybedebileceğini unutmamalıdır. Hayır getirecek bir işin ertelenmesi kişiye umulmadık kayıplar getirebilir. Ertelemekten vazgeçen kişi ise Allah’ın izniyle çok kısa sürede olgunlaşmış, imanında derinlik elde etmiş, seri bir şekilde işleri halledebilme kapasitesine ulaşmış olduğunu görür.
Her insan yaşadığı her günü, üzerine yazılacak yeni bir sayfa gibi kabul etmeli ve bu sayfanın üzerine gücü yettiğince çok salih amel eklemeye çalışmalıdır. İnsanın günün sonunda, tüm gününün Allah için pek çok hayırla dolu olduğunu görmesi, vicdanını rahat ettirecek vesilelerdendir. Ertelemeden, zamanında yapılan bir ibadet, geciktirmeden yerine getirilen bir güzel ahlak özelliği, Müslüman için kazançtır. Ayrıca müminin Yüce Rabbimiz'e olan teslimiyetini, sevgisini, inancını, imanını göstermesi için birer lütuftur.
--
"Kim salih bir amelde bulunursa, kendi lehinedir, kim kötülük yaparsa,artık o da kendi aleyhinedir. Sonra siz Rabbinize döndürüleceksiniz." (Casiye Suresi, 15)
Bu mektub, yine, Molla Muhammed Sıddîk’a yazılmışdır: “İşleri sonraya bırakmanın ve maksada kavuşmak için çalışmayı geciktirmenin zararlı olduğu bildirilmekdedir.” (İmam Rabbani, Mektubat 136. Mektub)
Molla Muhammed Sıddîk’a yazılan bu mektupta değerli İslam alimi İmam Rabbani, salih amellerin ertelenmeden bir an önce yapılması gerektiğini, aksi takdirde kişiye kayıp ve zarar geleceğini aktarmıştır.
İnsanın nefsinde yapmak istediklerini, içinden geçenleri daha sonraki bir zamana bırakma eğilimi vardır. Genellikle bu yapıya sahip bir insan, yapacağı bir işi; tembellik, üşenme, aciliyetini anlamama gibi pek çok sebepten ötürü ileri bir tarihe ya da son ana kadar ertelemeye çalışır.
“Birazdan yaparım” düşüncesi belki de pek çok insanın içinden geçirdiği düşüncelerden biridir. Günlük hayatta yapılan ertelemeler, insanların zararını göze alabilecekleri türden ertelemeler olabilir. Ancak şeytanın telkini ile pek çok insanın ertelemeye çalıştığı “Allah'ın emri olan Kuran ahlakını yaşamak”, telafisi ve geri dönülüp düzeltilmesi mümkün olmayan bir ertelemedir.
Kaderinde belirlenen süre kadar yaşayacak bir insanın, bu süreyi uzatması veya yavaşlatması da olanaksızdır. Şeytanın bir taktiği olan erteleme mantığı, onun insanlara oynadığı en sinsi oyunlardan biridir. Şeytan hep ertelemeyi, hayırlı ve güzel işleri sonraya bıraktırmayı ister. Halbuki bu “Ertelemek ancak inkarda artıştır...” (Tevbe Suresi, 37) ayetiyle bildirildiği üzere büyük bir gaflettir ve bu önemli sorumluluğu görmezden gelmek veya geciktirmek, kişiyi sorumluluktan muaf tutmaz.
İnsanların birçoğu "bunu yarın yaparım" derken, yarın yaşayacağından ve her şeyin kendi planladığı gibi gideceğinden emin olarak hareket eder. Ancak burada içine düşülen büyük yanılgı, "yarın" kendisi için nelerin yazılı olduğunu bilmediği halde, kişinin bu planı kesin bir eminlik içinde yapabilmesidir. Yüce Allah, Kuran'da buna karşı insanları şöyle uyarır:
“Hiçbir şey hakkında: "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme. Ancak: "Allah dilerse" (inşaAllah yapacağım de)...” (Kehf Suresi, 23-24)
İnsanın hiçbir zaman aklından çıkarmaması ve hayatının her anını buna göre değerlendirmesi gereken bir gerçek vardır: İnsan kendi ellerinin önden takdim ettiği ile karşılık görür. Dünyasını ve ahiretini kazanmak için çaba göstermekle sorumludur. Gayret edip irade göstererek Allah'ın izniyle cenneti kazanabilecekken, anlık tembellikler ve ertelemeler yüzünden dünyasını da sonsuz ahiret hayatını da kaybedebileceğini unutmamalıdır. Hayır getirecek bir işin ertelenmesi kişiye umulmadık kayıplar getirebilir. Ertelemekten vazgeçen kişi ise Allah’ın izniyle çok kısa sürede olgunlaşmış, imanında derinlik elde etmiş, seri bir şekilde işleri halledebilme kapasitesine ulaşmış olduğunu görür.
Her insan yaşadığı her günü, üzerine yazılacak yeni bir sayfa gibi kabul etmeli ve bu sayfanın üzerine gücü yettiğince çok salih amel eklemeye çalışmalıdır. İnsanın günün sonunda, tüm gününün Allah için pek çok hayırla dolu olduğunu görmesi, vicdanını rahat ettirecek vesilelerdendir. Ertelemeden, zamanında yapılan bir ibadet, geciktirmeden yerine getirilen bir güzel ahlak özelliği, Müslüman için kazançtır. Ayrıca müminin Yüce Rabbimiz'e olan teslimiyetini, sevgisini, inancını, imanını göstermesi için birer lütuftur.
--
Ortadoğu Birliği'ne Doğru İlk Adım
Türkiye, Orta Doğu'da 3 ülke arasında serbest ticaret ve serbest vize bölgesi oluşturulmasına ilişkin ortak deklarasyon imzalandı. Bildirgeyi Türkiye adına imzalayan Davutoğlu, akıllara gelen soruya yanıt verdi:
Türk-Arap İşbirliği Forumu 3. Dışişleri Bakanları toplantısının sonunda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından okunan ortak deklarasyonda, "Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Suriye arasındaki ilişkilerin birbirlerine ortak tarih, kültür ve coğrafyayla emsalsiz bir şekilde bağlı olan halklarının iradesi temelinde artmakta olan siyasi diyalog, ekonomik karşılıklı bağımlılık ve kültürel etkileşim temelinde nitelendiği" bildirildi.
Mevcut işbirliğinin çok uluslu ve kurumsal bir çerçevede güçlendirilmesi, uzun vadeli stratejik ortaklığın ve aralarındaki dayanışmanın geliştirilmesi ve ekonomik entegrasyona doğru ilerlenmesi hedefine dikkat çekilen deklarasyonda, "Yüksek Düzeyli Dörtlü İşbirliği Konseyi (YDDİK)" tesis edilmesi ve bu ülkeler arasında serbest ticaret ve dolaşım alanı oluşturulmasının kararlaştırıldığı belirtildi.
YDDİK'nin, ortak çıkarlar ve ilgi alanları çerçevesinde işbirliğinin geliştirilmesi konusunda sağlam bir temel teşkil eden serbest ticaret ve vize muafiyeti alanlarındaki mevcut ikili anlaşmalar ve uygulamalar temelinde yapılacağı ifade edilerek, Türkiye'nin bu anlayışla Suriye, Ürdün ve Lübnan'la vize muafiyeti anlaşmalarını yürürlüğe koyduğu hatırlatıldı. Türkiye'nin ayrıca Suriye ve Ürdün'le serbest ticaret anlaşmaları imzaladığının da hatırlatıldığı deklarasyonda, Türkiye ile Lübnan arasında serbest ticaret anlaşmasının (STA)imzalanabilmesi için de müzakerelerin halen devam ettiği kaydedildi.
Deklarasyonda, Türkiye ve Lübnan'ın bu bağlamda iki ülke arasında STA'nın en kısa zamanda akdedilebilmesi için müzakereleri aktif bir şekilde sürdürme taahhüdünde bulundukları belirtilerek, bu hususun dörtlü sürece tam katılım sağlanması açısından gerekli olduğu vurgulandı.
Deklarasyonda, dörtlü mekanizmanın taraflar arasındaki ikili taahhütlerin yerine geçmeyeceği, bölgedeki tüm diğer kardeş ve dost ülkelerin katılımına açık olacağı belirtilerek, dörtlü konseyin koordinasyonunun dışişleri bakanları tarafından yapılacağı bildirildi.
Konsey'in yılda en az bir kez istişare amaçlı başbakanlar düzeyinde toplanacağı ve katılımcı ülkelerin ev sahipliğini dönüşümlü üstleneceği belirtildi.
Deklarasyonda, enerji, ticaret, gümrük, tarım, sağlık, yatırımlar, içişleri, su, çevre ve ulaştırma gibi alanlar ile gündeme bağlı olarak diğer alanlardan sorumlu bakanların da Konsey'e iştirak edebilecekleri ve Konsey'in işbirliğinin ortak çıkarlar çerçevesinde diğer alanlarda gelişmesine paralel olarak bu alanlardan sorumlu bakanları da içerecek şekilde geliştirilebileceği vurgulandı.
Konsey'in çalışmalarının koordinasyonunun ve toplantıların gündemlerinin nihai hale getirilmesinin katılımcı ülkelerin dışişleri bakanları tarafından yapılacağı belirtilerek, Konsey üyesi bakanların karşıtlarıyla yılda en az bir kez dörtlü formatta toplanarak, Konsey'e sunulmak üzere görev alanlarına giren alanlarda somut adımlar atılmasına yönelik eylem planları geliştirecekleri bildirildi.
Deklarasyonun ilan edilmesi sırasında Davutoğlu'nun yanı sıra Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Ürdün Dışişleri Bakanı Nasır Cevde ve Lübnan Dışişleri Bakanı Ali Eşşami de bulundu.
DIŞİŞLERİ BAKANI DAVUTOĞLU: BU DÖRTLÜ SERBEST TİCARET, SERBEST VİZE BÖLGESİ HİÇBİR ŞEKİLDE AB'YE ALTERNATİF DEĞİLDİR
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Suriye arasında ortak deklarasyon imzalanmasıyla ilgili olarak, ''Bu dörtlü serbest ticaret, serbest vize bölgesi hiçbir şekilde AB'ye alternatif değildir'' dedi.
Davutoğlu, Türk-Arap İşbirliği Forumu (TAF) Dışişleri Bakanları 3. Toplantısının sona ermesinin ardından düzenlenen basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtladı.
''Türkiye, Suriye, Ürdün ve Lübnan Arasında Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi Tesis Edilmesi Hakkında Ortak Siyasi Bildirge''yi Türkiye adına imzalayan Davutoğlu, bu bildirgenin Türk-Arap Forumu çerçevesinde yapılan toplantının önemli bir semeresi olduğunu söyledi.
4 ülke arasında birkaç ay süren görüşmeler sonucunda imzalanan ortak bildirge ile tam anlamıyla serbest vize, serbest ticaretin söz konusu olacağı bir ekonomik işbirliği alanının tesis edileceğini ifade eden Davutoğlu, bunun güçlü bir siyasi irade göstergesi olduğunu ve bölgede kalıcı işbirliği ortamını da pekiştireceğini kaydetti.
Bir gazetecinin, ''Bazı Arap ülkelerinin Türkiye'nin İran ile ilişkilerinin boyutundan rahatsız olduğu yönünde haberler var'' demesi üzerine Davutoğlu, böyle bir rahatsızlığın söz konusu olmadığını söyledi.
Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa'nın, son Arap zirvesinde dile getirdiği gibi bölgeyi kuşatan yeni bir istişari işbirliği alanı kurulması konusunda Türkiye'nin de İran'ın da Arap Birliği'nin bu çağrılarına muhatap kabul edildiklerini belirten Davutoğlu, konuşmasına şöyle devam etti:
''Dolayısıyla Türkiye'nin Arap dünyası ve İran ile geliştirdiği ilişkiler birbirlerini tamamlayan ilişkilerdir. Biz bütün komşularımızla ilişkiler geliştiriyoruz. Arap dünyası ile çok ileri ilişkilerimiz var. İran ile de komşuluğumuzdan, tarihi bağlarımızdan gelen ilişkilerimiz var. Bu ilişkilerin hiçbirisi diğerini dışlayan, engelleyen veya diğerine karşı bir ilişki gibi görülemez. Tahran deklarasyonu konusunda ise Arap Birliği en başından itibaren deklarasyonun olumlu bir adım olduğu konusunda desteklerini ifade etmişlerdir. Bölgemizdeki bütün Arap ülkeleri Tahran deklarasyonunu önemli bir barış imkanı oluşturduğu konusunda Türkiye'yi ikili ilişkilerde tebrik etmişlerdir. Bizim ulaşmak istediğimiz hedef, bölgedeki halklar arasında kalıcı istikrarın, kalıcı barışın temin edilmesidir ve bunu da gerçekleştirmeye kararlıyız.''
-AB ALTERNATİFİ DEĞİL-
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, bir gazetecinin, ''Bu oluşum bana AB'nin kuruluş dönemini hatırlattı. Acaba Türkiye AB'ye karşı alternatif bir oluşuma mı gidiyor'' sorusu üzerine, ''Bu dörtlü serbest ticaret, serbest vize bölgesi hiçbir şekilde AB'ye alternatif değildir. Onu ikame etmez. Türkiye açısından AB'ye yönelik taahhütler geçerlidir ve AB'ye tam üyelik konusunda da Türkiye kararlıdır'' diye konuştu.
Türkiye'nin, AB ile tam üyelik sürecinde bulunmasının diğer bölgelerle ilişkilerini sınırlayamayacağını, sınırlandırmaması gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, ''Aksine bizim bu ilişkileri geliştirmemiz ileride Türkiye AB'ye üye olduğunda, hem AB'ye, hem de ilişkilerimizi geliştirdiğimiz dost ve kardeş ülkelere kazanç sağlayacaktır. Bunları birbirlerine alternatif kutuplar gibi görmek doğru değil'' dedi.
Davutoğlu, AB'nin serbest ekonomik alan oluşturma konusunda iyi bir örnek teşkil ettiğini ifade ederek, ancak AB'den çok önce, AB'nin hayallerde bile olmadığı dönemde Urfa, Halep, Şam, Beyrut ve Amman'ın tek bir bölge gibi çalıştıklarını, bu şehirlerin birbirleri ile serbest ticaret yaptıklarını ve birbirlerine serbest bir şekilde gelip gittiklerini anlattı.
Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Biz şunu hayal ediyorduk, bu gerçekleşiyor; İstanbul'dan kalkan bir kişi hiçbir engelle karşılaşmadan Halep'e, Şam'a, Amman'a, Beyrut'a gidebilecektir. Aynı şekilde Beyrut'tan kalkan birisi de aynı gün Halep'e oradan Urfa'ya gidip gece de evine dönebilecektir. Amman'dan kalkan bir kişi yine hiçbir engelle karşılaşmadan Türkiye'den AB alanına geçecektir. Biz bunu her ne surette olursa olsun gerçekleştireceğiz. Yarın buna diğer dost ve kardeş ülkeler Irak, Suudi Arabistan, Mısır hangi ülke olursa olsun katıldığında alan daha da genişleyecek ve bölgemiz bir başarı hikayesine şahit olacak. Ülkelerle birbirleri ile kaynaşacak.''
-FİLİSTİN İÇİNDEKİ İHTİLAF-
Bir gazetecinin, ''Filistinlilerin içindeki ihtilafın ne şekilde çözüleceğine'' ilişkin sorusu üzerine de Bakan Davutoğlu, bu son gelişmelerin Filistinlilerin arasındaki ihtilafın bir an önce giderilmesinin elzem olduğunu gösterdiğini belirtti.
Ortaya çıkan bu yeni atmosferin, Filistinliler arasında birliğin temini konusunda da ciddi bir zemin oluşturduğuna dikkati çeken Davutoğlu, bu konuda çalışmalar yürüten ve toplantılara gelen Mısır Dışişleri Bakanı ile ikili görüşme de yaptığını bildirdi.
Davutoğlu, ''Hamas lideri Halit Meşal'in, gemilerin Türkiye'den Gazze'ye yardım götürmek üzere hareket etmesinden önce Türkiye'de bulunup bulunmadığına'' ilişkin bir soru üzerine de bu haberlerin doğru olmadığını, bunların tamamen spekülatif haberler olduğunu kaydetti.
-''İSRAİL ULUSLARARASI ALANDA HESAP VERMEK ZORUNDA''-
Yabancı bir gazetecinin, ''İsrail'e gelecek dönemde nasıl davranılması gerekmektedir. Gazze'ye ambargoyu sona erdirebilmek için somut öneri ve teklifler geldi mi'' sorusu üzerine Davutoğlu, bu konuda Türkiye'nin tutumunun gayet net, açık olduğuna dikkat çekti.
İsrail'in, uluslararası sularda, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde saldırıda bulunduğunu ve 8 Türk, 1 Amerikan vatandaşını öldürdüğünü hatırlatan Davutoğlu, bu saldırının uluslararası zeminde mutlaka hesabının sorulması gerektiğini belirtti.
Davutoğlu, Türk ve diğer 32 millete mensup yolcuların İsrail'den Türkiye'ye getirilmesinden sonra bu konuda çalışmalarını daha da yoğunlaştırdıklarını ifade ederek, şöyle devam etti:
''Bildiğiniz gibi BM Güvenlik Konseyinin bir kararı var, bir başkanlık kararı açıklaması var. Burada uluslararası soruşturma komisyonu kurulması talep ediliyor. BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun da sayın başbakanımızı arayarak bununla ilgili bir teklifi bize iletti. Biz bu teklifi kabul ettik. İsrail tarafı henüz bu teklife cevap vermedi. Kendi ulusal soruşturmasını yapacağını söyledi. Biz kesinlikle böyle bir ulusal soruşturmayı kabul etmeyiz. Bu suç uluslararası sularda işlenmiştir ve uluslararası bir suç niteliğindedir. Dolayısıyla bütün uluslararası forumlarda bunun takipçisi olacağız. Başbakanımızın diplomasiden kastettiği bu. Ama bunun da ötesinde biz son dönemde bütün ilgili BM Güvenlik Konseyi üyeleri ile de görüşüyoruz. Gazze'ye ablukanın en kısa sürede kalkması içinde her türlü çalışmayı yapmaya kararlıyız. Gazze'den abluka kalkmadan bu tür gerginliklerin önüne de geçilemez. Dün sayın (ABD Başkanı Barack) Obama'nın bu konuda yaptığı açıklamayı da takdir ediyoruz. Başta Amerika olmak üzere bütün müttefiklerimizle bu konuyu gün be gün konuşuyoruz. İsrail bu konuda uluslararası alanda hesap vermek zorundadır. Gazze'den de abluka kalmak durumundadır.''
-DAVUTOĞLU'NUN KONUŞMASI-
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, basın toplantısında yaptığı konuşmada da bu forumda Türkiye ile Arap dünyası arasındaki ilişkilerin daha da stratejik bir nitelik taşıması için atılabilecek adımları gözden geçirdiklerini söyledi.
Davutoğlu, şunları söyledi:
''Bugün gerçekleştirilen toplantı son derece önemli gelişmelerin bölgemizi etkilediği bir dönemde gerçekleşti. Her şeyden önce Gazze'de süren abluka dolayısıyla ciddi mahrumiyetler içindeki kardeşlerimize yardım ulaştırmak üzere harekete geçen sivil toplum kuruluşlarının içinde bulunduğu gemilere yapılan saldırı toplantımızda detayıyla tartışıldı. Arap Ligi üyesi ülkelerin dışişleri bakanları bu toplantıda Türkiye'ye desteklerini ve Türk halkının bu konuda attığı adımlara olan şükranlarını ifade ettiler.''
Saldırının hemen ardından, 2 Haziranda, Arap Birliği Bakanlar Konseyinin olağanüstü toplanarak, Türkiye ile dayanışmasını ve bu filoda vatandaşları bulunan 32 ülkeyle olan dayanışmasını açık bir şekilde vurguladığını anlatan Davutoğlu, ''Bundan sonraki süreçte İsrail'in mutlaka ve mutlaka uluslararası bir soruşturma ile bu hunharca saldırının hesabını vermesi gerektiği konusunda net bir tavır takınmışlardır'' dedi.
Bugün de her şeyden önce bu konuda Türkiye ile Arap Birliği arasında istişarelerin tam bir işbirliği içinde devam etmesi yönünde karar verdiklerini belirten Davutoğlu, Libya Dışişleri Bakanı Musa Kusa ve Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa'ya bu konudaki kararlılıklarını Arap Birliği adına vurguladıklarını, diğer muhatapların da bu konuda ülkelerinin Türkiye ile olan dayanışmalarını dile getirdiklerini söyledi.
Davutoğlu, ''Bugünlerde bölgemizde İran nükleer programı çerçevesindeki gelişmeleri, BM Güvenlik Konseyinde alınan kararı ele aldık. Bu konudaki fikirlerimizi karşılıklı olarak paylaştık. Ayrıca (Asya'da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı AİGK) CICA toplantısı vesilesiyle Türkiye'de olan (Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El) Haşimi, bakanlar toplantısına katılarak, Irak'taki son gelişmelerle ilgili bilgi verdi'' şeklinde konuştu.
Irak'ın hem Arap Birliğinin saygın bir üyesi hem de Türkiye'nin çok önemli bir komşusu olduğunu belirten Davutoğlu, "Biz Irak ile seçim sonrasında sağlıklı ve Irak'ın bütün kesimlerini kuşatan bir hükümetin kurulmasına büyük önem verdiğimizi bir kez daha vurguladık. Bu çerçevede diğer ilgili konuları da gözden geçirdik. Özellikle Filistinliler arası uzlaşma konusu başta olmak üzere. Bütün istişarelerde şunu bir kez daha gördük ki Türkiye Arap Ligi arasında kurumsallaşan ve Türkiye Arap dünyası arasındaki ilişkileri daha da pekiştiren bu forum süreci bölgemizde kalıcı barışın, istikrarın, refahın temini konusunda çok ciddi bir işbirliği ortamı oluşturmaktadır. Biz Türkiye olarak bu işbirliği ortamını geliştirecek her türlü adımı atmaya hazırız. Arap dünyasıyla ilişkilerimizi bundan sonra da geliştirme konusunda kararlıyız'' dedi.
Türk-Arap İşbirliği Forumu 3. Dışişleri Bakanları toplantısının sonunda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından okunan ortak deklarasyonda, "Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Suriye arasındaki ilişkilerin birbirlerine ortak tarih, kültür ve coğrafyayla emsalsiz bir şekilde bağlı olan halklarının iradesi temelinde artmakta olan siyasi diyalog, ekonomik karşılıklı bağımlılık ve kültürel etkileşim temelinde nitelendiği" bildirildi.
Mevcut işbirliğinin çok uluslu ve kurumsal bir çerçevede güçlendirilmesi, uzun vadeli stratejik ortaklığın ve aralarındaki dayanışmanın geliştirilmesi ve ekonomik entegrasyona doğru ilerlenmesi hedefine dikkat çekilen deklarasyonda, "Yüksek Düzeyli Dörtlü İşbirliği Konseyi (YDDİK)" tesis edilmesi ve bu ülkeler arasında serbest ticaret ve dolaşım alanı oluşturulmasının kararlaştırıldığı belirtildi.
YDDİK'nin, ortak çıkarlar ve ilgi alanları çerçevesinde işbirliğinin geliştirilmesi konusunda sağlam bir temel teşkil eden serbest ticaret ve vize muafiyeti alanlarındaki mevcut ikili anlaşmalar ve uygulamalar temelinde yapılacağı ifade edilerek, Türkiye'nin bu anlayışla Suriye, Ürdün ve Lübnan'la vize muafiyeti anlaşmalarını yürürlüğe koyduğu hatırlatıldı. Türkiye'nin ayrıca Suriye ve Ürdün'le serbest ticaret anlaşmaları imzaladığının da hatırlatıldığı deklarasyonda, Türkiye ile Lübnan arasında serbest ticaret anlaşmasının (STA)imzalanabilmesi için de müzakerelerin halen devam ettiği kaydedildi.
Deklarasyonda, Türkiye ve Lübnan'ın bu bağlamda iki ülke arasında STA'nın en kısa zamanda akdedilebilmesi için müzakereleri aktif bir şekilde sürdürme taahhüdünde bulundukları belirtilerek, bu hususun dörtlü sürece tam katılım sağlanması açısından gerekli olduğu vurgulandı.
Deklarasyonda, dörtlü mekanizmanın taraflar arasındaki ikili taahhütlerin yerine geçmeyeceği, bölgedeki tüm diğer kardeş ve dost ülkelerin katılımına açık olacağı belirtilerek, dörtlü konseyin koordinasyonunun dışişleri bakanları tarafından yapılacağı bildirildi.
Konsey'in yılda en az bir kez istişare amaçlı başbakanlar düzeyinde toplanacağı ve katılımcı ülkelerin ev sahipliğini dönüşümlü üstleneceği belirtildi.
Deklarasyonda, enerji, ticaret, gümrük, tarım, sağlık, yatırımlar, içişleri, su, çevre ve ulaştırma gibi alanlar ile gündeme bağlı olarak diğer alanlardan sorumlu bakanların da Konsey'e iştirak edebilecekleri ve Konsey'in işbirliğinin ortak çıkarlar çerçevesinde diğer alanlarda gelişmesine paralel olarak bu alanlardan sorumlu bakanları da içerecek şekilde geliştirilebileceği vurgulandı.
Konsey'in çalışmalarının koordinasyonunun ve toplantıların gündemlerinin nihai hale getirilmesinin katılımcı ülkelerin dışişleri bakanları tarafından yapılacağı belirtilerek, Konsey üyesi bakanların karşıtlarıyla yılda en az bir kez dörtlü formatta toplanarak, Konsey'e sunulmak üzere görev alanlarına giren alanlarda somut adımlar atılmasına yönelik eylem planları geliştirecekleri bildirildi.
Deklarasyonun ilan edilmesi sırasında Davutoğlu'nun yanı sıra Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Ürdün Dışişleri Bakanı Nasır Cevde ve Lübnan Dışişleri Bakanı Ali Eşşami de bulundu.
DIŞİŞLERİ BAKANI DAVUTOĞLU: BU DÖRTLÜ SERBEST TİCARET, SERBEST VİZE BÖLGESİ HİÇBİR ŞEKİLDE AB'YE ALTERNATİF DEĞİLDİR
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Suriye arasında ortak deklarasyon imzalanmasıyla ilgili olarak, ''Bu dörtlü serbest ticaret, serbest vize bölgesi hiçbir şekilde AB'ye alternatif değildir'' dedi.
Davutoğlu, Türk-Arap İşbirliği Forumu (TAF) Dışişleri Bakanları 3. Toplantısının sona ermesinin ardından düzenlenen basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtladı.
''Türkiye, Suriye, Ürdün ve Lübnan Arasında Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi Tesis Edilmesi Hakkında Ortak Siyasi Bildirge''yi Türkiye adına imzalayan Davutoğlu, bu bildirgenin Türk-Arap Forumu çerçevesinde yapılan toplantının önemli bir semeresi olduğunu söyledi.
4 ülke arasında birkaç ay süren görüşmeler sonucunda imzalanan ortak bildirge ile tam anlamıyla serbest vize, serbest ticaretin söz konusu olacağı bir ekonomik işbirliği alanının tesis edileceğini ifade eden Davutoğlu, bunun güçlü bir siyasi irade göstergesi olduğunu ve bölgede kalıcı işbirliği ortamını da pekiştireceğini kaydetti.
Bir gazetecinin, ''Bazı Arap ülkelerinin Türkiye'nin İran ile ilişkilerinin boyutundan rahatsız olduğu yönünde haberler var'' demesi üzerine Davutoğlu, böyle bir rahatsızlığın söz konusu olmadığını söyledi.
Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa'nın, son Arap zirvesinde dile getirdiği gibi bölgeyi kuşatan yeni bir istişari işbirliği alanı kurulması konusunda Türkiye'nin de İran'ın da Arap Birliği'nin bu çağrılarına muhatap kabul edildiklerini belirten Davutoğlu, konuşmasına şöyle devam etti:
''Dolayısıyla Türkiye'nin Arap dünyası ve İran ile geliştirdiği ilişkiler birbirlerini tamamlayan ilişkilerdir. Biz bütün komşularımızla ilişkiler geliştiriyoruz. Arap dünyası ile çok ileri ilişkilerimiz var. İran ile de komşuluğumuzdan, tarihi bağlarımızdan gelen ilişkilerimiz var. Bu ilişkilerin hiçbirisi diğerini dışlayan, engelleyen veya diğerine karşı bir ilişki gibi görülemez. Tahran deklarasyonu konusunda ise Arap Birliği en başından itibaren deklarasyonun olumlu bir adım olduğu konusunda desteklerini ifade etmişlerdir. Bölgemizdeki bütün Arap ülkeleri Tahran deklarasyonunu önemli bir barış imkanı oluşturduğu konusunda Türkiye'yi ikili ilişkilerde tebrik etmişlerdir. Bizim ulaşmak istediğimiz hedef, bölgedeki halklar arasında kalıcı istikrarın, kalıcı barışın temin edilmesidir ve bunu da gerçekleştirmeye kararlıyız.''
-AB ALTERNATİFİ DEĞİL-
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, bir gazetecinin, ''Bu oluşum bana AB'nin kuruluş dönemini hatırlattı. Acaba Türkiye AB'ye karşı alternatif bir oluşuma mı gidiyor'' sorusu üzerine, ''Bu dörtlü serbest ticaret, serbest vize bölgesi hiçbir şekilde AB'ye alternatif değildir. Onu ikame etmez. Türkiye açısından AB'ye yönelik taahhütler geçerlidir ve AB'ye tam üyelik konusunda da Türkiye kararlıdır'' diye konuştu.
Türkiye'nin, AB ile tam üyelik sürecinde bulunmasının diğer bölgelerle ilişkilerini sınırlayamayacağını, sınırlandırmaması gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, ''Aksine bizim bu ilişkileri geliştirmemiz ileride Türkiye AB'ye üye olduğunda, hem AB'ye, hem de ilişkilerimizi geliştirdiğimiz dost ve kardeş ülkelere kazanç sağlayacaktır. Bunları birbirlerine alternatif kutuplar gibi görmek doğru değil'' dedi.
Davutoğlu, AB'nin serbest ekonomik alan oluşturma konusunda iyi bir örnek teşkil ettiğini ifade ederek, ancak AB'den çok önce, AB'nin hayallerde bile olmadığı dönemde Urfa, Halep, Şam, Beyrut ve Amman'ın tek bir bölge gibi çalıştıklarını, bu şehirlerin birbirleri ile serbest ticaret yaptıklarını ve birbirlerine serbest bir şekilde gelip gittiklerini anlattı.
Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Biz şunu hayal ediyorduk, bu gerçekleşiyor; İstanbul'dan kalkan bir kişi hiçbir engelle karşılaşmadan Halep'e, Şam'a, Amman'a, Beyrut'a gidebilecektir. Aynı şekilde Beyrut'tan kalkan birisi de aynı gün Halep'e oradan Urfa'ya gidip gece de evine dönebilecektir. Amman'dan kalkan bir kişi yine hiçbir engelle karşılaşmadan Türkiye'den AB alanına geçecektir. Biz bunu her ne surette olursa olsun gerçekleştireceğiz. Yarın buna diğer dost ve kardeş ülkeler Irak, Suudi Arabistan, Mısır hangi ülke olursa olsun katıldığında alan daha da genişleyecek ve bölgemiz bir başarı hikayesine şahit olacak. Ülkelerle birbirleri ile kaynaşacak.''
-FİLİSTİN İÇİNDEKİ İHTİLAF-
Bir gazetecinin, ''Filistinlilerin içindeki ihtilafın ne şekilde çözüleceğine'' ilişkin sorusu üzerine de Bakan Davutoğlu, bu son gelişmelerin Filistinlilerin arasındaki ihtilafın bir an önce giderilmesinin elzem olduğunu gösterdiğini belirtti.
Ortaya çıkan bu yeni atmosferin, Filistinliler arasında birliğin temini konusunda da ciddi bir zemin oluşturduğuna dikkati çeken Davutoğlu, bu konuda çalışmalar yürüten ve toplantılara gelen Mısır Dışişleri Bakanı ile ikili görüşme de yaptığını bildirdi.
Davutoğlu, ''Hamas lideri Halit Meşal'in, gemilerin Türkiye'den Gazze'ye yardım götürmek üzere hareket etmesinden önce Türkiye'de bulunup bulunmadığına'' ilişkin bir soru üzerine de bu haberlerin doğru olmadığını, bunların tamamen spekülatif haberler olduğunu kaydetti.
-''İSRAİL ULUSLARARASI ALANDA HESAP VERMEK ZORUNDA''-
Yabancı bir gazetecinin, ''İsrail'e gelecek dönemde nasıl davranılması gerekmektedir. Gazze'ye ambargoyu sona erdirebilmek için somut öneri ve teklifler geldi mi'' sorusu üzerine Davutoğlu, bu konuda Türkiye'nin tutumunun gayet net, açık olduğuna dikkat çekti.
İsrail'in, uluslararası sularda, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde saldırıda bulunduğunu ve 8 Türk, 1 Amerikan vatandaşını öldürdüğünü hatırlatan Davutoğlu, bu saldırının uluslararası zeminde mutlaka hesabının sorulması gerektiğini belirtti.
Davutoğlu, Türk ve diğer 32 millete mensup yolcuların İsrail'den Türkiye'ye getirilmesinden sonra bu konuda çalışmalarını daha da yoğunlaştırdıklarını ifade ederek, şöyle devam etti:
''Bildiğiniz gibi BM Güvenlik Konseyinin bir kararı var, bir başkanlık kararı açıklaması var. Burada uluslararası soruşturma komisyonu kurulması talep ediliyor. BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun da sayın başbakanımızı arayarak bununla ilgili bir teklifi bize iletti. Biz bu teklifi kabul ettik. İsrail tarafı henüz bu teklife cevap vermedi. Kendi ulusal soruşturmasını yapacağını söyledi. Biz kesinlikle böyle bir ulusal soruşturmayı kabul etmeyiz. Bu suç uluslararası sularda işlenmiştir ve uluslararası bir suç niteliğindedir. Dolayısıyla bütün uluslararası forumlarda bunun takipçisi olacağız. Başbakanımızın diplomasiden kastettiği bu. Ama bunun da ötesinde biz son dönemde bütün ilgili BM Güvenlik Konseyi üyeleri ile de görüşüyoruz. Gazze'ye ablukanın en kısa sürede kalkması içinde her türlü çalışmayı yapmaya kararlıyız. Gazze'den abluka kalkmadan bu tür gerginliklerin önüne de geçilemez. Dün sayın (ABD Başkanı Barack) Obama'nın bu konuda yaptığı açıklamayı da takdir ediyoruz. Başta Amerika olmak üzere bütün müttefiklerimizle bu konuyu gün be gün konuşuyoruz. İsrail bu konuda uluslararası alanda hesap vermek zorundadır. Gazze'den de abluka kalmak durumundadır.''
-DAVUTOĞLU'NUN KONUŞMASI-
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, basın toplantısında yaptığı konuşmada da bu forumda Türkiye ile Arap dünyası arasındaki ilişkilerin daha da stratejik bir nitelik taşıması için atılabilecek adımları gözden geçirdiklerini söyledi.
Davutoğlu, şunları söyledi:
''Bugün gerçekleştirilen toplantı son derece önemli gelişmelerin bölgemizi etkilediği bir dönemde gerçekleşti. Her şeyden önce Gazze'de süren abluka dolayısıyla ciddi mahrumiyetler içindeki kardeşlerimize yardım ulaştırmak üzere harekete geçen sivil toplum kuruluşlarının içinde bulunduğu gemilere yapılan saldırı toplantımızda detayıyla tartışıldı. Arap Ligi üyesi ülkelerin dışişleri bakanları bu toplantıda Türkiye'ye desteklerini ve Türk halkının bu konuda attığı adımlara olan şükranlarını ifade ettiler.''
Saldırının hemen ardından, 2 Haziranda, Arap Birliği Bakanlar Konseyinin olağanüstü toplanarak, Türkiye ile dayanışmasını ve bu filoda vatandaşları bulunan 32 ülkeyle olan dayanışmasını açık bir şekilde vurguladığını anlatan Davutoğlu, ''Bundan sonraki süreçte İsrail'in mutlaka ve mutlaka uluslararası bir soruşturma ile bu hunharca saldırının hesabını vermesi gerektiği konusunda net bir tavır takınmışlardır'' dedi.
Bugün de her şeyden önce bu konuda Türkiye ile Arap Birliği arasında istişarelerin tam bir işbirliği içinde devam etmesi yönünde karar verdiklerini belirten Davutoğlu, Libya Dışişleri Bakanı Musa Kusa ve Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa'ya bu konudaki kararlılıklarını Arap Birliği adına vurguladıklarını, diğer muhatapların da bu konuda ülkelerinin Türkiye ile olan dayanışmalarını dile getirdiklerini söyledi.
Davutoğlu, ''Bugünlerde bölgemizde İran nükleer programı çerçevesindeki gelişmeleri, BM Güvenlik Konseyinde alınan kararı ele aldık. Bu konudaki fikirlerimizi karşılıklı olarak paylaştık. Ayrıca (Asya'da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı AİGK) CICA toplantısı vesilesiyle Türkiye'de olan (Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El) Haşimi, bakanlar toplantısına katılarak, Irak'taki son gelişmelerle ilgili bilgi verdi'' şeklinde konuştu.
Irak'ın hem Arap Birliğinin saygın bir üyesi hem de Türkiye'nin çok önemli bir komşusu olduğunu belirten Davutoğlu, "Biz Irak ile seçim sonrasında sağlıklı ve Irak'ın bütün kesimlerini kuşatan bir hükümetin kurulmasına büyük önem verdiğimizi bir kez daha vurguladık. Bu çerçevede diğer ilgili konuları da gözden geçirdik. Özellikle Filistinliler arası uzlaşma konusu başta olmak üzere. Bütün istişarelerde şunu bir kez daha gördük ki Türkiye Arap Ligi arasında kurumsallaşan ve Türkiye Arap dünyası arasındaki ilişkileri daha da pekiştiren bu forum süreci bölgemizde kalıcı barışın, istikrarın, refahın temini konusunda çok ciddi bir işbirliği ortamı oluşturmaktadır. Biz Türkiye olarak bu işbirliği ortamını geliştirecek her türlü adımı atmaya hazırız. Arap dünyasıyla ilişkilerimizi bundan sonra da geliştirme konusunda kararlıyız'' dedi.
GÖZ KAPAKLARI
"Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? " (Secde Suresi, 9)
Gözler vücudun dış dünyaya açılan pencerelerinden birisidir. Bu hayati organların korunması ve bakımı mükemmel bir tasarıma sahip olan göz kapakları sayesinde gerçekleşmektedir. Göz kapaklarının görevi, göz küresini korumakla birlikte "konjonktiva" ve "kornea"yı her an belli bir nem oranında tutmaktır. Göz kapaklarının iç kısmında bulunan konjonktiva adlı katmanın damarları, uykuda oksijen alamayan gözün dış tabakasını besler.
Gerektiği zaman göz yuvasının üstünü tamamen ve sıkıca örtebilen göz kapağının derisi, vücudun diğer kısımlarına göre çok daha incedir. Göz kapağı derisinin alt tabakası yağsız ve çok gevşektir, kan bu bölgede kolay toplanır. Eğer göz kapağının derisi kalın ve yağlı bir yapıya sahip olsaydı, gözlerin açılıp kapanması oldukça zor bir işlem olurdu.
Herkes gün içinde hiç farkında olmadan binlerce kez gözlerini kırpar. Bu hareket istem dışı olarak yapılır ve bu sayede gözler yoğun ışık temasından ve yabancı maddelerden korunur. İşlemin otomatik olarak yapılması da çoğu insanın farkında olmadığı bir nimettir.
Bu temizlenme otomatik olarak yapılmasaydı ne olurdu? Böyle bir durumda insan göz kırpmayı yalnızca gözünün içinde rahatsız edici miktarda pislik biriktiğinde hatırlardı. Bu da gözün mikrop kapmasına neden olurdu. Gözler tamamen temizlenemediğinden puslu, bulanık bir görüntü meydana gelirdi. Göz kırpmak büyük bir sorun olur, insan gün boyunca sürekli göz kırpmayı unutmamaya konsantre olmak zorunda kalırdı.
Antiseptik Göz Sıvıları
Her birkaç saniyede bir göz kırpıldığında göz kapakları tıpkı araba camı silecekleri gibi gözleri sulandırır, pislikleri temizler. Uyku sırasında ise göz kapakları kapalı olduğu için gözler kurumaya karşı otomatik olarak korunur.
Göz kapağı, kavisli göz yapısının üstüne kusursuz olarak oturan bir mekanizmadır. Bu mükemmel uyum sayesinde, göz kapağının açılıp kapanması esnasında gözün ön yüzeyinde temas edilmeyen hiçbir nokta kalmaz. Göz kapağı, gözü bu şekilde kusursuz olarak sarmasaydı, kalan boşluklardaki yabancı maddelerin temizlenmesi mümkün olmayacaktı.
Açılıp kapanma esnasında, göz kapağının içinde bulunan özel bir bezden (meibomius bezi) salgılanan yağlı bir salgı kapakların birbirlerine yapışmalarını engeller ve göz kapaklarının kaymasını kolaylaştırır. (Harun Yahya, Gözdeki Mucize)
Göz kapağının uyurken kapalı durması da çok önemlidir. Eğer göz kapağı uyurken kapanmasaydı, uyumak insan için son derece zor bir işlem haline gelecekti. Uyuyabilmek için karanlık bir odaya ihtiyaç olacak, gündüzleri hiç uyunamayacaktı. Uyku esnasında açık kalan gözler ise her türlü dış etkiye karşı savunmasız kalacaklardı.
Erken Uyarı Sistemi
Göz, mevcut bir erken uyarı sistemi sayesinde tehlikelerden korunur. Bu sistemin temel prensibi; göze yönelik bir tehdit karşısında, gözün etrafında ya da üzerinde bulunan sinirlerin göz kapağını devreye sokmasıdır. Bu sinirler göz kapağını çalıştıran kasları uyarırlar.
Göz kapaklarının kapanıp açılmasından sorumlu farklı kas çeşitleri vardır. Bu kaslara bağımlı olarak göz kapaklarının hareketi üç şekilde olur:
Düzenli göz kırpma,
Refleks olarak kapanma,
İsteğe bağlı olarak kapanma.
Koşullara göre göz kırpma:
Göz kırpma hava ile temas halinde yaşayan ve göz kapağı bulunan omurgalılara ait bir özelliktir. Dakikada yaklaşık 10-20 kere istemsiz olarak kapanır. Sürekli okuma, dikkat yoğunlaştırma ya da havadaki nemin artması gibi etmenler göz kırpmayı azaltır. Sıcaklığın veya ışığın artması gibi etkenler ise göz kırpmayı artırıcı rol oynar. Bu sayede gözün temizliği, insanı meşgul etmeyen otomatik bir sistemle sağlanmış olur.
Refleks Olarak Kapanma
Refleksler insanın çeşitli dış uyaranlara, irade dışında ve çok kısa bir süre içinde verdiği tepkilerdir. Gerekli durumlarda göz kapağını da harekete geçiren bu refleks mekanizması, tehlikelere karşı bir sigorta görevi görür. Korneaya, kirpiklere, hızlıca kaşların ortasına ya da alna dokunma göz kapağını uyaran refleksin oluşmasına neden olur.
Eğer göz kırpma refleksini meydana getiren sinir ağı incelenirse, bu ağın ne kadar incelikle planlanmış bir yapıya sahip olduğu açıkça görülür. Çünkü yukarıda belirtilen her refleks için göz kapağına taşınan uyarılar farklı sinir yollarından geçmektedir. Yani gözün etrafı çok sayıda erken uyarı sistemiyle donatılmıştır.
Beyin, çok kısa sürede gelen bu uyarıları değerlendirir ve ilgili kaslara sinir uyarılarının gitmesini sağlar. Bu işlemler sırasında sinir uyarıları yollarını hiç şaşırmadan saniyenin binde biri kadar kısa bir süre içinde beyne ulaşırlar. Beyinden gelen emir sonucunda göz kapağı, gözü yabancı maddelerden korumak veya silecek görevini yerine getirebilmek için tam zamanında kapanır. Mevcut tehlikenin anında tanınması, farklı durumlara ait reflekslerin ayrı sinir yollarından, birbirine karıştırılmadan sinyal olarak ulaştırılması son derece karmaşık işlemlerdir. İnsan, çevresinde devamlı olarak değişen şartlar karşısında hayatını devam ettirebilmek için, dışarıda olup biten olaylardan tam zamanında haberdar olmalıdır. Bu yüzden göz kırpma işlemi insanın dış dünyayı algılamasını engellemeyecek kadar kısa bir süre içinde gerçekleşir. Eğer bu işlem uzun sürseydi çok büyük tehlikeler söz konusu olabilir insan gözünü kırpma işlemi ile meşgul olduğu bir anda belki de üzerine gelen bir kamyonu fark edip kaçmaya fırsat bulamayabilirdi. Burada birkaç özelliğine yer verdiğimiz gözlerimiz Rabbimiz'in üstün sanatını görmemize ve sürekli şükretmemize vesile olan en büyük nimetlerdendir
Gözler vücudun dış dünyaya açılan pencerelerinden birisidir. Bu hayati organların korunması ve bakımı mükemmel bir tasarıma sahip olan göz kapakları sayesinde gerçekleşmektedir. Göz kapaklarının görevi, göz küresini korumakla birlikte "konjonktiva" ve "kornea"yı her an belli bir nem oranında tutmaktır. Göz kapaklarının iç kısmında bulunan konjonktiva adlı katmanın damarları, uykuda oksijen alamayan gözün dış tabakasını besler.
Gerektiği zaman göz yuvasının üstünü tamamen ve sıkıca örtebilen göz kapağının derisi, vücudun diğer kısımlarına göre çok daha incedir. Göz kapağı derisinin alt tabakası yağsız ve çok gevşektir, kan bu bölgede kolay toplanır. Eğer göz kapağının derisi kalın ve yağlı bir yapıya sahip olsaydı, gözlerin açılıp kapanması oldukça zor bir işlem olurdu.
Herkes gün içinde hiç farkında olmadan binlerce kez gözlerini kırpar. Bu hareket istem dışı olarak yapılır ve bu sayede gözler yoğun ışık temasından ve yabancı maddelerden korunur. İşlemin otomatik olarak yapılması da çoğu insanın farkında olmadığı bir nimettir.
Bu temizlenme otomatik olarak yapılmasaydı ne olurdu? Böyle bir durumda insan göz kırpmayı yalnızca gözünün içinde rahatsız edici miktarda pislik biriktiğinde hatırlardı. Bu da gözün mikrop kapmasına neden olurdu. Gözler tamamen temizlenemediğinden puslu, bulanık bir görüntü meydana gelirdi. Göz kırpmak büyük bir sorun olur, insan gün boyunca sürekli göz kırpmayı unutmamaya konsantre olmak zorunda kalırdı.
Antiseptik Göz Sıvıları
Her birkaç saniyede bir göz kırpıldığında göz kapakları tıpkı araba camı silecekleri gibi gözleri sulandırır, pislikleri temizler. Uyku sırasında ise göz kapakları kapalı olduğu için gözler kurumaya karşı otomatik olarak korunur.
Göz kapağı, kavisli göz yapısının üstüne kusursuz olarak oturan bir mekanizmadır. Bu mükemmel uyum sayesinde, göz kapağının açılıp kapanması esnasında gözün ön yüzeyinde temas edilmeyen hiçbir nokta kalmaz. Göz kapağı, gözü bu şekilde kusursuz olarak sarmasaydı, kalan boşluklardaki yabancı maddelerin temizlenmesi mümkün olmayacaktı.
Açılıp kapanma esnasında, göz kapağının içinde bulunan özel bir bezden (meibomius bezi) salgılanan yağlı bir salgı kapakların birbirlerine yapışmalarını engeller ve göz kapaklarının kaymasını kolaylaştırır. (Harun Yahya, Gözdeki Mucize)
Göz kapağının uyurken kapalı durması da çok önemlidir. Eğer göz kapağı uyurken kapanmasaydı, uyumak insan için son derece zor bir işlem haline gelecekti. Uyuyabilmek için karanlık bir odaya ihtiyaç olacak, gündüzleri hiç uyunamayacaktı. Uyku esnasında açık kalan gözler ise her türlü dış etkiye karşı savunmasız kalacaklardı.
Erken Uyarı Sistemi
Göz, mevcut bir erken uyarı sistemi sayesinde tehlikelerden korunur. Bu sistemin temel prensibi; göze yönelik bir tehdit karşısında, gözün etrafında ya da üzerinde bulunan sinirlerin göz kapağını devreye sokmasıdır. Bu sinirler göz kapağını çalıştıran kasları uyarırlar.
Göz kapaklarının kapanıp açılmasından sorumlu farklı kas çeşitleri vardır. Bu kaslara bağımlı olarak göz kapaklarının hareketi üç şekilde olur:
Düzenli göz kırpma,
Refleks olarak kapanma,
İsteğe bağlı olarak kapanma.
Koşullara göre göz kırpma:
Göz kırpma hava ile temas halinde yaşayan ve göz kapağı bulunan omurgalılara ait bir özelliktir. Dakikada yaklaşık 10-20 kere istemsiz olarak kapanır. Sürekli okuma, dikkat yoğunlaştırma ya da havadaki nemin artması gibi etmenler göz kırpmayı azaltır. Sıcaklığın veya ışığın artması gibi etkenler ise göz kırpmayı artırıcı rol oynar. Bu sayede gözün temizliği, insanı meşgul etmeyen otomatik bir sistemle sağlanmış olur.
Refleks Olarak Kapanma
Refleksler insanın çeşitli dış uyaranlara, irade dışında ve çok kısa bir süre içinde verdiği tepkilerdir. Gerekli durumlarda göz kapağını da harekete geçiren bu refleks mekanizması, tehlikelere karşı bir sigorta görevi görür. Korneaya, kirpiklere, hızlıca kaşların ortasına ya da alna dokunma göz kapağını uyaran refleksin oluşmasına neden olur.
Eğer göz kırpma refleksini meydana getiren sinir ağı incelenirse, bu ağın ne kadar incelikle planlanmış bir yapıya sahip olduğu açıkça görülür. Çünkü yukarıda belirtilen her refleks için göz kapağına taşınan uyarılar farklı sinir yollarından geçmektedir. Yani gözün etrafı çok sayıda erken uyarı sistemiyle donatılmıştır.
Beyin, çok kısa sürede gelen bu uyarıları değerlendirir ve ilgili kaslara sinir uyarılarının gitmesini sağlar. Bu işlemler sırasında sinir uyarıları yollarını hiç şaşırmadan saniyenin binde biri kadar kısa bir süre içinde beyne ulaşırlar. Beyinden gelen emir sonucunda göz kapağı, gözü yabancı maddelerden korumak veya silecek görevini yerine getirebilmek için tam zamanında kapanır. Mevcut tehlikenin anında tanınması, farklı durumlara ait reflekslerin ayrı sinir yollarından, birbirine karıştırılmadan sinyal olarak ulaştırılması son derece karmaşık işlemlerdir. İnsan, çevresinde devamlı olarak değişen şartlar karşısında hayatını devam ettirebilmek için, dışarıda olup biten olaylardan tam zamanında haberdar olmalıdır. Bu yüzden göz kırpma işlemi insanın dış dünyayı algılamasını engellemeyecek kadar kısa bir süre içinde gerçekleşir. Eğer bu işlem uzun sürseydi çok büyük tehlikeler söz konusu olabilir insan gözünü kırpma işlemi ile meşgul olduğu bir anda belki de üzerine gelen bir kamyonu fark edip kaçmaya fırsat bulamayabilirdi. Burada birkaç özelliğine yer verdiğimiz gözlerimiz Rabbimiz'in üstün sanatını görmemize ve sürekli şükretmemize vesile olan en büyük nimetlerdendir
Kaydol:
Yorumlar (Atom)






